Kuranın ana konusu insan ve insanla ilgili her şeydir desek yanlış olmaz. Kuran insana hitap ediyor ve onunla ilgili şeyleri ona bildiriyor. Kuran insan için insanı, hayatı ve hayattan sonrasını tanımlıyor. İnsanın sınırlarını ve görevlerini belirliyor. Neyi nasıl yapması gerektiğini söylüyor.
Bunun için Kuran insanın doğumundan, çocukluğundan, gençliğinden, olgunluk yaşından ve ihtiyarlığından behseder. Zira hayat doğumdan ihtiyarlığa doğru yürüyen bir süreçtir. İlahî irade insanı böyle planladı. İnsanın bu çizginin dışına çıkması mümkün değildir.
İnsanın dünyaya gelişinden behseden Kuran, onun yaşlanarak günün birinde bu dünyayı terkedeceğinden de bahsediyor. Hem de vurgulu bir şekilde. İnsanın yaşlılık haline dikkat çeken Kuran ona şu gerçeği hatırlatıyor: Ey insan günün birinde yaşlanacaksın ve öleceksin.
Ey insanlar! Ölümden sonra dirilişten şüphedeyseniz, o zaman, (hatırlayın ki,) Biz, gerçekten de sizi(n her birinizi) topraktan, sonra bir döl suyu damlasından, sonra döllenmiş hücreden, sonra (temel unsurları ve istidatlarıyla) tamamlanmış ama (bütün ögeleriyle) henüz tamamlanmamış bir ceninden yarattık ki, size (menşeinizi böylece) açıklayalım. Ve (doğmasını) dilediğimizin, (annesinin) rahminde (Bizce) belirlenmiş bir süre için kalmasını sağlarız; sonra sizi çocuk olarak dünyaya getirir ve (yaşamanıza imkan veririz). Böylece (bazılarınız) olgunluk çağına erişir; öyle ki, kiminize (daha çocukluk çağında) ölüm tattırılırken, kiminiz de yaşlılığın öyle düşkün çağlarına (erzelil-ömr) eriştirilir ki, bildiğini bilmez olur...[1]
Ama (şunu daima hatırlasınlar ki) Biz bir insanın ömrünü uzatırsak, aynı zamanda onun güç ve yeteneklerinde (yaşlandıkça) bir azalma meydana getiririz; (buna rağmen) hâlâ akıllarını kullanmazlar mı?[2]
Buna göre kişi kulluk görevlerini daha erken deyip yaşlılık dönemine ertelememeli. Ömrün en diri yıllarını günaha, en düşkün yıllarını da Allaha ayırmak bir tür Kabil kompleksidir.[3]
Kuran yaşlılara nasıl davranılacağı üzerinde pek durmaz. Ama farklı kelime ve ifadelerle yaşlılığa, ihtiyarlama gerçeğine dikkat çeker.
Şimdi Kuranda yaşlılara nasıl ve hangi ifadelerle işaret edildiğine bakalım.
Kiber Kelimesi
Kiberin aslı kebure fiilidir. Bu da büyüklükle ilgili çeşitli manalara gelir. Bunlardan biri de; zaman vurgusu göz önünde bulundurularak kişinin yaşlandığını anlatan anlamdır.[4]Bir âyette şöyle geçiyor:
Sizden biriniz, içinden ırmaklar akan ve çeşit çeşit meyve ile dolu bir hurma ve asma bahçesine sahip olmayı -ama sonra da sadece (bakıma muhtaç) zayıf çocuklarıyla yaşlılığa terkedilmeyi- ve sonra kızgın bir kasırganın bahçeye isabet edip onu tamamen kasıp kavurmasını ister mi? Belki düşünürsünüz diye Allah mesajlarını size böylece açıklar.[5]
Bu âyette verilen örnek son derece ilginçtir. Zira insanın dünya hayatında daima karşılaşması beklenen durumları dile getirmektedir. Kişinin dünyada elde ettiği mevki, makam, zenginlik gibi değerlerin aslında hiç bir garantisi yoktur. Nice saltanatlar yıkılmakta, zenginler fakir düşmektedir. Beklenmedik olaylar meydana gelmeden önce insanlar neleri temenni ediyorlar, neleri düşüyorlar. İşte her şeye rağmen insanı teselli edecek tek çare Allaha iman ve Ona dayanmaktır.[6]
Kiber kelimesi dört âyette Hz.İbrahim ve Hz. Zekeriyyanın yaşlılığı ifade etmek üzere geliyor.
Allah (c.c.) Lût kavmini cezalandırmak üzere elçilerini (meleklerini) gönderdi. Onlar önce Hz. İbrahimin yanına geldiler. Hz. İbrahim hemen onlara yemek ikram etti. Onların yemediğini görünce Biz sizden çekiniyoruz dedi. Bunun üzerine melekler: Korkmana/çekinmene gerek yok, biz Allahın elçileriyiz ve sana bir oğlan çocuğu müjdelemek için geldik dediler. İşte o zaman Hz. İbrahim şöyle dedi.
Ne, Yaşlılık gelip başıma çökmüşken (messeniyel-kiberu) bana bu müjdeyi veriyorsunuz, öyle mi?...[7]
Hz. İbrahim yaşlı olmasına rağmen baba olmasının şükrünü bir başka âyette şöyle dile getiriyor: "İhtiyar halimde (alel-kiberi) bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.[8]
Aynı durumu Hz. Zekeriyyada da görüyoruz. O Allaha dua etti ve ihtiyarlığına rağmen çocuk sahibi olmayı istedi. Allah ona bir çocuk nasip edince de, ben yaşlandığım halde nasıl çocuğum olabilir diye hayret etti. Şöyleki:
Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.
Zekeriyya mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler.
Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına (belağtü minel-kiberi), üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.[9]
Meryem sûresinin başında Hz. Zekeriyyanın bu çocuk sahibi olma duasını saçıma ak düştü dedikten sonra yaptığı anlatılıyor.[10]
Ahzab sûresi 67. âyette geçen küberâ/büyükler yaşlıları anlatmaktan çok, bir toplumun önceden geçen atalarını ifade ediyor olsa gerek. Şüphesiz bu mananın içinde yaşlılık ta söz konusu olabilir. Sonuçta önceden yaşayıp ölen ve arkadaki nesillerin örnek aldığı kimseler genelde yaşlılar olur. Ey Rabbimiz! Biz ileri gelenlerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar, derler.
Şeyb (şîb) Kelimesi
Şeyb, şîb veya meşîb saçın beyazlaşmasını, kırlaşmasını ifade eder.[11]
Şeyb; saçın beyazlaması veya bizzat beyaz saç demektir. Bir kimse için kişinin saçı ağarmaya başladı denir. Bu kelime kadınlar için kullanılmaz. Esmâî demiş ki: Şîb, saçın beyazlaması, el-müşeyyib ise ihtiyarlık dönemine giren demektir.[12]
Şeyb bir hadiste şöyle geçiyor: İnsan yaşlanınca (şeyben) iki duygu onda gençleşir: (uzun bir) hayat ve çok mala sahip olma arzusu.[13]
İbni Abbas anlatıyor. Ebu Bekr bir gün Peygambere şöyle dedi: Ya Rasûlullah, (erken) ihtiyarladın (saçın ağardı-kad şibte)? Peygamber şöyle cevap verdi: Beni Hûd, Vakıa ve Mürselât, Nebe ve Küvvirat sûreleri ihtiyarlattı.[14]
Hz. Zekeriyya ihtiyarladığını ve-ştealer-resu şeyben-başa ak düştü şeklinde anlatıyor.(Bu,) Rabbinin, Zekeriyya kuluna rahmetinin anılmasıdır. Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti: Rabbim! dedi, benden (vücudumdan), kemiklerim zayıfladı,saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bedbaht olmadım.[15]
Burada Hz. Zekeriyyanın duadaki tevazusu dikkat çekmektedir. Şüphesiz bir kulun aczini, zayıflığı, yetersizliğini, çaresizliği itiraf etmesi duanın edebindendir. Hz. Zekeriyya çocuk sahibi olmak istiyor. Bunun gerekçesini de söylüyor. Öncesinde başıma aklar düştü, ihtiyarladım, karım da kısır ama, yine bana katından bir nesil ver, Senin her şeye gücün yeter diye dua ediyor. Allah (c.c.) Ona Hz. Yahyayı müjdeleyince de bir insan olarak şaşırıyor ve Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çattığı,üstelik karım da kısır olduğu halde benim nasıl oğlum olabilir? dedi. Bu şüphesiz Allahın gücünden bir şüphe değil, o gücün bu şartlarda nasıl tecelli edeceği konusunda bir hayranlıktır.
Şu âyet insanın ontolojik yapısına dikkat çekiyor. İnsan biyolojik olarak güçsüz doğar, genç olur ve güç kazanır. Sonra yavaş yavaş gücünü kaybeder ve ihtiyarlamaya başlar. Âyet bunu yine şeybe kelimesi ile anlatıyor. Bunun Hacc 5. âyette anlatılan gerçekle aynı olduğunu görüyoruz.
Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren (şeybe), Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.[16]
Aynı kelimenin (şîben şeklinde) kıyametin dehşetini haber verme bağlamında kullanıldığını görüyoruz.Şu halde eğer inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara (şîben) döndüren O Gün nasıl korunacaksınız?[17]
Eski Arapçada korkunç olaylarla geçen bir gün mecazi olarak çocukların saçlarının beyazlaştığı gün şeklinde tanımlanırdı. Bu âyetteki ifade bu kullanıma dayanmaktadır.[18]
Erzelil-omr İfadesi
Erzelin aslı rezil kelimesidir. Bu da kötü, bozuk, adi, tasvib edilmeyen şey olduğundan istenmeyen, kendisinden uzak durulan, terkedilen ve vazgeçilen şey anlamındadır.[19]
Erzelil-ömr ise ömrün en kötü, en istenmeyen, en güçsüz çağı demektir. Erzelil-ömr, iki âyette aynı manada geçmektedir.
Sizi de Allah yarattı, sonra sizi vefat ettirecek. İçinizden kimileri ömrünün en düşkün çağına (erzelil-ömr) kadar ulaştırılır. Hatta öyle ki, bilirken bilmez olur. Ama unutmayın ki Allah her şeyi bilir, sınırsız kudret sahibidir.[20]
İnsanın organik gelişme sürecini ima eden bir ifade. İnsan doğar, gelişir, gücünün, zekâ bilgi ve tecrübesinin doruğuna erişir, sonra giderek geriler, yaşlanır ve bazı hallerde yeni doğan bir çocuk kadar düşkün ve çaresiz bir duruma düşer.[21]
Diğeri de Hacc 5. âyette. Ki yukarıda geçti.
Şeyh Kelimesi
Şeyh; yaşlanmış, yaşı ilerlemiş kimseye denir. Ayrıca yaşlılarda bol tecrübe ve bilgi olduğu için bilgisi fazla kişiler hakkında da kullanılır.[22]Şeyh (çoğulu; şuyûh), elli ve üzeri yaş hakkında kullanılır.[23]
Şeyh, Kuranda üç yerde tekil, bir yerde çoğul olarak geçiyor.
Birincisi; Musa (a.s.) , Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulamak için bekleyen iki kadın gördü. Onlar Hz. Şuaybın kızları idi. Onlar babalarının yaşlı (şeyh) olduğunu söylediler.[24]
İkincisi; Melekler Hz. İbrahime bilgin bir oğul müjdesi verince bunu duyan yaşlı hanımı ellerini yüzüne çarparak: Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar (şeyh) iken çocuk mu doğuracağım?[25]
Üçüncüsü; Hz. Yakubun oğullarının Mısır azizinin yanında babalarını anlatırken.
Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun (Bünyaminin) çok yaşlı (şeyh) bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.[26]
Dördüncüsü; çoğul (şuyûh) olarak.
Sizi topraktan, sonra bir sperm damlasından ve sonra bir döllenmiş hücreden yaratan O'dur; ve sonra O, sizi çocuklar olarak hayata getirir; ve sonra olgunluk çağına erişmenizi ve ardından yaşlanmanız(ı emreder) (şuyûh) -ama bir kısmınız için daha erken ölüm (verir)-: ve (bütün bunları takdir eder ki O'nun) belirl(ediğ)i vadeye erişeseniz ve aklınızı kullan(mayı öğren)esiniz.[27]
Bu âyetin Rûm 54, Hac 5 ve Nahl 70 haber verilen bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık gerçeğinibir daha vurguladığını görüyoruz.
Acuz Kelimesi
Acuz kelimesinin aslı acz, yani bir şeyden geride kalmak, arkada olmak kelimesidir. Bu giderek bir şeyi yapma konusunda eksik olmak, ona güç yetirememek manası kazandı. Acuz ise, ihtiyar kadın/kocakarı demektir. Pek çok şeyi yapmaktan âciz olduğu için böyle isimlendirilmiştir.[28]
Kuranda dört yerde geçiyor. İki âyette Hz. İbrahimin hanımı İshakın annesini, iki âyette Lûtun (a.s.) inanmayan karısını nitelemek üzere yer alıyor.
O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Yakub'u müjdeledik.